Hangi şehre gitsem benzer manzaralarla karşılaşıyorum. Adına cafe/kafe dedikleri mekânlar neredeyse Türkiye’nin her şehrinde birbirinin kopyası. Orijinal birşey üretmek konusunda kendimize olan güvenimiz yok anlaşılan.
Ben satışımı yapayım da ne olursa olsun anlayışı mı bu bilmiyorum. Müşteriye sunumlar zayıf.. Oturuş düzenleri rahat değil, daha doğrusu sandalyeler çayını içtinse git der gibi mekâna öylesine serpiştirilmiş.
Mekân sahipleri bu türden yerleri açarken hiç mi düşünmezler, bizim bir ‘farkımız’ olsun. Bize ait, ‘bizim kültürümüzü’ taşıyan yerler olsun, hiç demezler mi?
Dedik ya, değişiyoruz ama gelişmiyoruz. Kafalarımız hep aynı. İşyerleri bugün Edirne’ye de gitseniz, Kars’a da gitseniz hep aynı!
Bizden olan birşey yok. O yüzden taklit olanın ömrü de az olurmuş. Pek çok işyeri sahibi neden işlerinin çalışmadığını kendine soruyordur. Cevabı basit. Bu cevabı bir bilebilseler.
Öyle bir hâle gelmişiz ki, geçen gün seyrettiğim bir televizyon kanalında şirket CEO’larından biri mealen şunları söyleyebiliyor: “Tek başına bir işyeri açmanız size bir yarar sağlamaz, mutlaka zincire katılın”. Yani demek istiyor ki bir hamburgercinin şubesini açın. Orijinal olmak, yani kendisi olmaktan hiç bahsetmiyor. Bunların geçerli kavram olduğunun farkında değil. Biz hâlâ köklerine bağlı bir milletiz, kim ne derse desin. Bir zamanlar “kültür emperyalizmi” filan diyen abiler vardı, şimdi nerelerdeler, çok merak ediyorum.
Belki bir gün kendimizi buluruz ve yakalarız.