Doğrusu Pazar gününü dolu dolu geçirebilenlerden değilim. Bir bakıma Pazar demek, tembellik demek oluyor. Ya da okumaya ve yazmaya başlamadan önce yapılan hazırlıklara benzer bir şekilde oyalanma oluyor benim için.
Pazarları sıkı bir kahvaltı işin başı. Kahvaltıyı simit ve hazır peynirle geçiştirip güzel kahvaltı yaptım diyebilenlerden değilim. Arkadaşların İstanbul’da buna benzer kahvaltı etkinlikleri yaptıklarını duyuyorum. Bunun bana göre olmadığını anlıyorum. Kahvaltıda zeytin yağı olmazsa olmazım benim. Peynir, özellikle kışlık peynir olmalı bu. Yani köyden tenekeye basılmış, ağzı lehimlenmiş bir tenekeden çıkan peynir olmalı. Buna salamura peynir de deniyor. Biraz sert, biraz da ekşimsi oluyor. Bütün kış bu peyniri yiyebilirsiniz.
Zeytin, başlıbaşına bir şölen! Hafif acımsı olmalı. Ekmekler kızarmış, üzeri tereyağlanmış… Elbette sucuk yanında olmalı tavada küçük küçük doğranmış. Domates ve biberi söylemiyorum. Ama yumurta, ben yumurtanın beyaz kısmını yiyorum epeydir. Büyük boy bir bardaktaki çay ise mutlaka kahvaltı sofrasında bulunmalı.
Sonra, çarşı dolaşmaları… Fotoğraf… Şiir kitapları (Edip Cansever başta olmak üzere…). Şehrin merkezinde bir banka oturup şehri seyretmek, insanların bir yerden bir yere taşınıyormuş gibi telaşlarına ortak olmak…