DSİ eski Genel Müdürü Prof. Dr. Veysel Eroğlu’nu görenler bilirler yüzünde tebessümler hiç eksik olmayan mütebessim bir insandır. DSİ’de çalıştığı dönemde de başarılı çalışmalarla herkese örnek olmuştu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde İstanbullular’ın imdadına yetişen bir su Fatihi idi. İstanbul’u susuzluktan kurtaran, çalışkan bir insandı. Şimdi de, Çevre ve Orman Bakanlığı’na getirilmesi ilimizde heyecan uyandırdı. Herkes sevindi. Prof.Dr. Veysel Eroğluhocamızın ülkemize önemli katkıları olacağına inanıyor, başarılar diliyoruz.
Hafta sonu Sandıklı’daydık. Şehir merkezinden kısa video görüntüleri yukarıda. Özellikle üniversite için Sandıklı’yı tercih edecek öğrenciler şehri merak ediyorsa, video görüntüleri seyredebilir.
Beşir Ayvazoğlu, Zaman’daki “Adam Yalvaç Kıssası” isimli makalesinde Cumhuriyet Gazetesi’nin 1930’larda kullandığı dilden örnek vermiş. 1930’larda doğan insanlardan bu kelimeleri ben hiç işitmedim. Dedemin kullandığı dil bu değildi elbet. O yıllarda insanlar gazeteyi ellerine aldıklarında yazılanları anlayabiliyorlar mıydı, çok merak ediyorum.
İşte Beşir Ayvazoğlu’nun 1930’larda kullanılan öztürkçe kelimelerden seçtikleri:
Adam: Bu kelimenin öztürkçesi atam’dır. Ata=Baba, Atam=Babam; Yalvaç: Peygamber; Uçmak: Cennet; Arı ve aru: Temiz; Tavgaç: Hilekâr, şeytan; Tavlamak: Kandırmak; Tapşırmak: Tenbih, tavsiye etmek; Esirik: Sarhoş; İpdeş: Hayat arkadaşı, dost; Kurgu: Karar (kurmaktan); Uçkun: Melek, Cebrail; Ünlü: Muhterem, meşhur; Kat: Huzur, yan; Yasaul: (Aslı yasa-kul, yani kanun adamı) memur; Urun: Makam, mevki; Tav: Hile; Sektirmek: Derhal gitmek, koşa koşa gitmek, defolmak; Özge: Ecnebi, yabancı; Tutalga: Delil, sübut; Berkitmek: Teyit etmek; Danlamak: Takdir etmek; Telesmek: Acele etmek.
Dün, emperyalizme karşı verdiğimiz mücadelenin 85. yılını tüm Afyonkarahisarlılar olarak coşkuyla kutladık. Cumhuriyet meydanındaki kutlamalar muhteşemdi. Organizasyon kusursuzdu. Biz de oradaydık. Çektiğim bir fotoğraf yukarıda. Törenden ilginç bir bayrak gösterisine ait video da aşağıda.
Bizlere bu güzel vatanı bırakan Ulu Önder Atatürk ve şehitlerimizi rahmetle anıyoruz.
Dün bir akrabamın ısrarıyla Mahmut Sultan Köyü’deydik. Burada Mahmut Sultan Türbesi var. Siz nasıl kabul edersiniz bilmem ama, burası Türkiye’nin manevi şifa ocaklarından bir tanesi. Türkiye’nin çeşitli yerlerinden insanlar buraya tıbbi olarak iyileşemedikleri hastalıkları için buradan şifa aramaya geliyorlar. Biz oradayken çocuğu gece uyumayan bir anne salıncakta orada çocuğunu uyutmaya çalışıyordu. Bir başka yerde ise, 12-13 yaşlarındaki erkek çocuğuyla beraber bir anne küçük kuyuya inmiş dualar eşliğinde şifa arıyordu. Biz istesek de istemesek de buralara insanlar geliyor. Artık bir nevi buralar şifa turizmi haline gelmiş. Mahmut Sutan Türbesi’de öyle. Size yardım makbuzu kesiliyor. İsterseniz orada bulunan odaların birinde geceleyebiliyorsunuz. İsterseniz adağınız varsa kurban dahi kesilebiliyor.
İşin enteresan tarafı şifa aranan yerle türbenin arasında mesafesi neredeyse 500-600 metre. Yani mezar başka yerde, şifa için kuyu gibi yere inilerek şifa aranan yer bir başka yerde.
İnsanlar arasındaki sosyal denge kaybolursa, sosyal güvenlik yaygınlaştırılamazsa, sağlık alanında insanlara kolaylık sağlanmazsa, insanlar böyle yerlerde şifa aramaya devam eder.
Bizim dinimiz türbe ve yatırlardan medet ummayı reddeder. En iyi yöntem doktor nezaretindeki tedavidir.
Geçen haftaki İstanbul gezimizdeki ilk durağımız Topkapı Sarayı idi. Her sene mutlaka ziyaret ettiğim Topkapı Sarayı geçmiş yıllara göre çok kalabalıktı. Özellikle Arap turistleri her yerde görmek mümkündü. Topkapı Sarayı, dünyaya hükmeden bir imparatorluğun yönetildiği bir merkez olduğundan her zaman ilgimi çekmiştir.
Geçmiş yıllarda, gruplar halinde ziyaret edilebilen Harem Dairesi’ne bu yıl, turist gruplarını beklemeden yerli ziyaretçiler de alınıyordu. Topkapı Sarayı’ndaki en çok merak edilen yerlerin başında Harem Dairesi geliyor. Batılıların yoğun bir şekilde burasından farklı bir yermiş gibi bahsetmeleri ilgiyi artırıyor. Turistlerdeki etrafa bakışlarında bunu görebiliyorsunuz. Birde daha önceki yıllarda bizim de şahit olduğumuz bazı turist rehberlerinin burayı “zevk odaları” şeklinde anlatmaları ilginin artmasına sebep olmuş olabilir.
Yukarıda Harem Dairesi’den bizim çektiğimiz kısa bir video var. Daha fazla yazmaya gerek yok sanırım.
The harem of the TurkishGreat Sultan, which was in theTopkapı Palaceserraglio, typically housed several hundred – at times over a thousand – women including wives. It also housed the Sultan’s mother, daughters and other female relatives, as well aseunuchsandslavegirls to serve the aforementioned women. During the later periods, the sons of the Sultan also lived in the Harem until they were sixteen, when it might be considered appropriate for them to appear in the public and administrative areas of the palace. The Topkapı Harem was, in some senses, merely the private living quarters of the Sultan and his family, within the palace complex.
Geçen hafta bir akrabamızın çocuğunun sünnet düğünü için trenle Nazilli’ye gitmiştik. Trenin penceresinden; Sandıklı, Ekinova, Karakuyu, Dinar ve Nazilli’ye yaklaşırken çektiğimiz video görüntüleri yukarıda.
Bildirgeç’te uzun süre önce önemli bir yazı yayınlanmıştı. Kimsenin -özellikle öğretmenlerin- dikkatini çekmeyen bu yazının arşivlerde kaybolup gitmesine gönlüm razı olmadı. Bu yazıda Web 2.0’la beraber sınıf (derslik) kavramının da değişeceği anlatılıyordu. İşte o yazıdan bir paragraf:
Eğer bir eğitimci, sadece geleneksel yöntemle sunum yapıyor ise, verdiği eğitimin %90’lık kısmını kalıcı olarak öğretemeyeceğini baştan kabulleniyor demektir.
Oysa web tabanlı uygulamalar, piramidin alt basamaklarının gerçekleşmesi için ne kadar büyük fırsatlar sunarlar.
Bugün pek çok Amerikan üniversitesi ders içeriğini aynı zamanda podcast olarak da yayınlamaktadır. Öğrencileri dersliklere çeken, eğitimcilerin neyi söylediğinden çok, nasıl söylediğidir.
Bu önemli makalenin tamamını okumak için işte size fırsat, buyrun.
Geçen hafta İstanbul’daydık. Gezerken, Galata Kulesi yanında kalabalığı görünce biz de yaklaştık. Bakınca, burada bir film çekiliyor zannettik. Kule’nin hemen yanandaki çay bahçesinde çaylarımızı içerken garsona sorduk hangi filmin çekildiğini. “Reklam filmi” abi dedi.
Neredeyse baştan sona reklam filminin nasıl çekildiğini orada gördük. Bizim için de değişik bir tecrübe oldu bu.
Bütün oyuncular ve yönetmen olağanüstü gayret gösterdi. Hepsini tebrik etmek lazım. Bir haftadır hangi reklam filmidir acaba diye düşünüp durduk. Az önce TV’nin bulunduğu odaya gittim. Bizim reklam filmi başlamış… Seyrettim. Akbank reklâmıymış. Zaten kalabalık oyuncu kadrosundan bunu anlamam gerekirdi. Akbank son zamanlarda kalabalık kadrolarla reklam filmi çekiyor.
Benim için enteresan olanı ise, hayatımdaki ikinci Akbank reklamının çekimini görmüş olmam. Birincisi Sandıklı’daki şubenin açılış reklamıydı. Çocuktum, bir düğünü ve tepeden Sandıklı’nın genel görünüşü verilmişti. Hatta bu filmde bir arkadaşım da koşarken çıkmıştı.
Yukarıda, İstanbul’da çekimini seyrettiğimiz reklam filminin “bizim objektifimizden” kamera arkası görüntüleri var. İyi seyirler.
Ambaryolu Caddesi’nden kısa bir video görüntüAmbaryolu Caddesi ilimizin en işlek caddelerinden birisi. Ticaretin kalbi burada atıyor. Ancak caddenin fazla geniş olmaması en çok yayaları etkiliyor. Trafik sorunu da cabası. Caddenin kısa bir görüntüsü yukarıda.Anıtpark, Mecidiye Mahallesi ve Özdilek
Dün sadece AVM’yle yetinmedi oğlum. “Özdilek!”, diye de tutturdu. Oraya da gittik. Bakın yol boyunca gördüğümüz Afyon yukarıdaki videoda kayıtlı. İyi seyirler.
Geçen hafta İstanbul’daydım. İstanbul’la ilgili yazıları, resimleri sonraya bırakarak, mübarek bu günde İstanbul’da olmak isteyenler için, Eyüp Sultan ve Sultanahmet Camisi’de çektiğim kısa videoları buraya ekledim. Kandiliniz mübarek olsun!